Depersonalizasyon bozukluğu, kişinin kendine ve çevresine yabancılaşmasına yol açarak duygusal bağlar kurmayı zorlaştıran ve gerçeklik algısını bozan bir rahatsızlık. Her 100 kişiden birinin yaşadığı bu durum, tanı koymanın zorluğu nedeniyle çoğu zaman göz ardı ediliyor. İşte bu hastalık hakkında bilmeniz gerekenler:
Depersonalizasyon bozukluğu yaşayan kişiler, çevrelerini sanki bir sis perdesinin ardında veya iki boyutluymuş gibi hissederler. Bu, dünyayı gerçek dışı algılamalarına neden olur. “Kişiliksizleşme” ve “gerçekdışılaşma” olarak da bilinen bu rahatsızlık, akut kaygı, travma veya bazı uyuşturucuların etkisiyle tetiklenebilir. Ancak tanı koymak, bu rahatsızlık yaygın olmasına rağmen her zaman kolay değildir.
“AİLEMLE BAĞLANTIMI HİSSEDEMİYORUM”
Oyuncu Sarah, depersonalizasyon bozukluğuyla yaşayan bir kadın. Sarah, yetişkin yaşamının büyük bir bölümünü duygusal olarak hissiz geçirdiğini ve sevdiği insanlarla olan bağını hissetmenin imkansızlaştığını şöyle anlatıyor:
“Çok değer verdiğiniz ilişkileriniz, ana kalitelerini kaybediyor. Ailenizi sevdiğinizi biliyorsunuz ama bunu normal bir şekilde hissetmek yerine teoride biliyorsunuz”. Bu, depersonalizasyon bozukluğunun bir sonucu olarak, kişinin kendisine ve çevresine yabancılaşması olarak ifade edilir.
YAŞAMIN DEKOR GİBİ GÖRÜNMESİ
Sarah’nın rahatsızlığı, yoğun stres dönemlerinde ortaya çıkan üç kronik olayla kendini göstermiş. İlki, sınav döneminde yaşadığı bir krizdi:
“Bir anda bir şeyler yandı sanki. Her şey çok yabancı ve tehditkar göründü. Eviniz ya da çok çok iyi bildiğiniz bir yer birden bire film seti gibi, eşyalarınız da dekor gibi görünüyor” diye açıklıyor.
Diğer hastalar ise bedenlerini terk ettikleri hissine kapıldıklarını, dünyayı düzmüş gibi, iki boyutlu algıladıklarını anlatıyorlar.
YAYGIN AMA AZ BİLİNEN BİR SORUN
Depersonalizasyon bozukluğu, şizofreni ve obsesif kompulsif bozukluk kadar yaygın olmasına rağmen, bu rahatsızlığı tanıyan uzman sayısı oldukça az. Yapılan araştırmalar, her 100 kişiden birinin bu durumu yaşadığını ortaya koyuyor.
Bu rahatsızlığı yaşayan bir doktor, eğitim sürecinde bu konuya değinilmediğini ve meslektaşlarının çoğunun bu bozukluktan haberdar olmadığını belirtiyor. Kendi deneyiminde, en az iki hastasına yanlış teşhis koyduğunu ifade ediyor.
UZMAN DESTEĞİ VE ZORLUKLARI
Sarah, bir yıl bekledikten sonra Londra’nın güneyindeki özel bir kliniğe başvurmuş. Düzenli olarak panik ataklar yaşadığını ve büyük bir kriz içinde olduğunu söylüyor. Bu klinikteki Depersonalizasyon Bozukluğu Servisi, genellikle 18 yaş üstü hastaları kabul ediyor. Ancak rahatsızlık çoğu zaman ergenlik çağında başlıyor.
Dr. Elaine Hunter, kliniğe getirilen genç hastaları geri çevirmek zorunda kaldıkları için endişeli olduklarını belirtiyor:
“Dehşete düşmüş 15 yaşındaki çocuğunu bize getirenleri görünce üzülüyoruz ancak yapabileceğimiz pek bir şey yok.”
TEDAVİ YÖNTEMLERİ VE UMUTLAR
Dr. Hunter, depersonalizasyon bozukluğunu hafifletmek için bilişsel davranışçı terapi yöntemi geliştirdiklerini ve tıp uzmanlarının bu konuda daha fazla eğitim alması gerektiğini savunuyor. Tedavi gören bir hasta, bu sürecin ruh sağlığını olumlu yönde etkilediğini ifade ediyor.
Sarah, “Başta ellerime ve vücudumun diğer yerlerine bakıyor ama tanıyamıyordum. Aynaya baktığımda sanki başkasının yüzüne bakıyormuşum gibi geliyordu. Yemek yiyemiyor ve uyuyamıyordum. Şimdi eğer biraz depersonalizasyon olursa çabucak başa çıkabiliyorum” şeklinde açıklıyor.
TIP EĞİTİMİNDE BOŞLUKLAR
Dr. Hunter, hastalarının çoğunun kendi teşhislerini internetten koyarak aile hekimlerine başvurduğunu, oysa bunun tam tersi olması gerektiğini belirtiyor. Bu bozukluğun yaygın olmasına rağmen, tıp eğitiminde yeterince yer bulamaması, hastaların doğru teşhis ve tedaviye ulaşmalarını zorlaştırıyor.